Tuesday, May 6, 2014

Bir Seyahatin Ardından: Berlin Berlin

 Hayri Bingeli 

Berlin Berlin 25-28 Nisan 2014



Taş kafalılığımdan mıdır nedir ben taşları çok severim. Ocaktan çıkmış halini de, insan elinden çıkmışını da. Yeter ki taş olsun. Kuyumcu vitrinleri de güzeldir, ören yerleri de…

Ama müzeler var ya müzeler, her şeyin en güzelini orada bulursunuz. Bir bakıma kolaycılıktır müze gezmek. Birileri gider bulur yıkık dökük taşları, en güzellerini bir araya getirir ve sergiler. Size düşen gidip bir göz atıp o taşları yontan, yapan ustalara hayranlık duymaktır. Oysa işin bir başka boyutu da vardır: onları bulmaktan oraya getirinceye kadar her bir parça için verilmiş emekler, dökülmüş terler de göz ardı edilmeyecek kadar fazladır. Kulakların çınlasın Ümit Serdaroğlu…

Sevgili dostlarımız Emül’lerle müzeler şehri Berlin’de buluşmak üzere geçen yıl sözleşmiştik. Geçen yıl Bodrum’da bir yaz akşamı laf lafı açmış, ülke kurtuluyorken söz Mazole’den, yurt dışına kaçırılan ve satılan tarihi eserlere gelmişti. Bunların en önemlilerinden biri de Zeus Altarı idi. Ya da bilinen adıyla Bergama Sunağı.

-Gidiyor muyuz?
-Gidiyoruz!
-Ne zaman?
-Seneye ilkbaharda.
Racı elli bir yıldır yaşadığı Almanya’da Berlin’e gitme gereği duymamış, Nuruş ise birçok kentinde yıllarca görev yaptığı ülkenin bu efsane başkentini görme fırsatı bulamamıştı. Eşim ise işi gereği yılda birkaç kez inip kalktığı Tegel Havaalanından dışarı çıkamamıştı.1.

Sonunda rezervasyonlar yapıldı, kitaplar okundu, internet sitelerinde dolaşıldı
ve ver elini Berlin yolu. Perşembe günü TK 1725, 11.55 te uçtu.

 1. http://www.berlin-airport.de

Tegel Havaalanına indiğimizde yerel saat 14.00 dolayındaydı ve dostlarımız Hilton Oteline yerleşmişlerdi bile. Şehire gitmek için Taksi yerine otobüs – metro biçimini yeğledik.2. Tegel Havaalanı yaklaşık İstanbul Atatürk Havaalanının iç hatlar terminali kadar ve metro bağlantısı yok. Bu bakımdan metroya aktarma yapmak için önce otobüse binmeniz gerekiyor. Hilton Berlin Gendermanmarkt bölgesinde. 128 hat numaralı otobüsün Osloer Strasse’ye gidenine binip Kurt-Schumacher durağına gelince önünüzdeki merdivenlere yöneliyor ve U6 metro hattının Alt-Mariendorf yönüne giden araca biniyor Stadtmitte istasyonunda iniyorsunuz. Kişi başı 2.60 e ve parayı şoföre ödüyorsunuz. Biletiniz 2 saat boyunca iki vasıtada geçerli. Hepsi bu kadar. Doğru yazmak dediğimi yapmaktan daha zor. Bence bir kenti kendi araçları ile gezmek taksiye binmekten daha zevkli. nasıl olsa yol her iki koşulda da yarım saat sürüyor. Stadmitte’nin bir dolu çıkışı var ve biri hemen otelin önünde diyebilirim. Hiç önemi yok. Uzaktakinde de inseniz fark etmez çünkü bu daha başlangıç çünkü
bu seyahatin içinde nasıl olsa çoook yürüyeceksiniz…

Berlin Hilton böyle bir müze gezisi için çok iyi bir seçim. 3. Her yere ve tüm müzelere olduğu kadar her tür yiyecek ve eğlence yerinin ortasında yer alıyor.

2.  http://www.berlin-airport.de/en/travellers-txl/to-and-from/buses-and-trains/
3.  http://www3.hilton.com/en/hotels/berlin/hilton-berlin-BERHITW/index.html

Arkadaşlarımızla sarmaşıp odamızı aldık ve kendimizi sokağa attık. Mariendorf Strasse’deki Otelin tam karşısında koca bir meydan var: Gendarmenmarkt. İkiz ve kuleli yapıların biri Alman diğeri de Fransız Evangelist kiliseleriymiş. Pazar günleri 11.30 da org dinletisi olduğunu yazan bir tabela gördük.
Gendarmenmarkt Meydanındaki Alman Kilisesi
Fransız Evangelist Kilisesi


Bu yapılar gün içinde ücretsiz gezilebiliyor. İçleri dış görünüşleri ilgi çekici değil dimdik bir boşluk ve dışındaki binalara geçilen galerilere giden oldukça dik bir merdiven var. Çok ilgimizi çekmedi, doğrusunu isterseniz. Her ikisinin de meydan katında güzel bir restoran ve cafeleri var. İkisinin arasında çok görkemli bir konser salonu yer alıyor. Konzerthaus Berlin.
Konserthous Berlin

Eh Berlin’e gidip bir klasik konser izlemek şansını bulursanız sakın kaçırmayın. Biz de öyle yaptık. Günlük biletler 18.00 de satışa çıkıyormuş. Meydandaki kafelerde birer kahve içip otele göre sola döndük ikinci büyük cadde Frederichstr.


Önce aşağıya doğru yürüyüp Check Point Charli’ye ulaştık.4. Soğuk Savaş günlerinin Doğu Berlin’i ile Amerikalıların bölgesi arasında askeri bir kapı imiş. Duvardan bir örnek, eski kontrol noktası ve bir müze var. Ancak bizim savaşla işimiz olmadığından birkaç fotoğraf çekip caddenin yukarısına doğru yürüdük.
4. http://www.berlin.de/orte/sehenswuerdigkeiten/checkpoint-charlie/index.php?lang=de

ABD - Rusya arasındaki kapı




Doğu - Batı Berlin sınırları















Unterlindenstr’ye varınca sola dönüp Brandenburg Kapısına yöneldik. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra kapı bütün görkemiyle karşımızdaydı. Tepesindeki Mahşerin Dört Atlısı heykeli görülmeye değer görkemi ve ilginç öyküsüyle bizi çok etkiledi. 5-6
5. http://tr.wikipedia.org/wiki/Brandenburg_Kap%C4%B1s%C4%B1
6. http://tr.wikipedia.org/wiki/Mah%C5%9Ferin_D%C3%B6rt_Atl%C4%B1s%C4%B1

Brendenburg Kapısı (Doğu yanı)

Brandenburg Kapısı (Batı Yanı)

Kapı Üstünde Mahşerin Dört Atlısı



Dönüşte değişik büyüklüklerde yüzlerce gri prizmadan oluşan mezarlık gibi büyük bir alana vardık ve ne olduğuna bir anlam veremedik. Meğer Soykırım Anıtıymış.7.
7 http://www.stiftung-denkmal.de/en/memorials/the-memorial-to-the-murdered-jews-of-europe.html

Picture: Field of Stelae
Soykırım Anıtı

Yeniden Frederichstr’ye yönelip onlarca marka mağazanın tadını çıkara çıkara dolaşıp konser salonuna bilet almaya koştuk. 44 e bayılıp biletleri aldık ve saat 20.ye kadar otelde istirahat edip ayaküstü bir şeyler yedik.
Harikulade bir salon, koca bir senfoni orkestrası, önemli bir şef, seçkin bir repertuar. Şef Marek Janowski yönetiminde Rundfunk Senfoni Orkestrasından Beethoven’in “Coriolan”ı ile Dvorak’ın 9.senfonisi: “Yeni Dünyadan” gerçekten kulaklarımızın pasını sildi. Arada çaldıkları Benjamin Britten’in “Violonsel için
Senfonisi” virtüoz çelliste rağmen bizi pek sarmadı.8.
8. www.rsb-online.de

Orkestra Yerleşiyor...

Konserden çıktıktan birkaç dakika sonra yatakta olmak çok farklı bir lüksmüş. Meydanda kahvaltı edilebilecek pek çok cafe var. Müzeler saat 10.00 da açıldığından bu iş kolayca halledildi.

Odamızın baktığı avluda sabah bülbüller şarkı söylüyordu...

 Müzeler Adası (Museumsinsel) dedikleri yerde beş tane müzeden oluşan kompleksi var. Böyle bir geziye çıkmadan önce adanın kendi İnternet sitesini ziyaret etmemiştim. Keşke etseymişim. Binaları, boyutları algılayıp kafanızda bir harita oluşturuncaya kadar boşuna zaman ve enerji harcıyorsunuz. Kim bilir bir seyahati zevkli yapan da belki de bu çabadır. Hani gezginin biri demiş ya: “Egzotik bir yere yolculuk yaparken alınan zevk, o yere vardıktan sonra alınacak olandan fazladır.” Ya da onun gibi bir şey işte… Linki aşağıda yazıyorum siz mutlaka bakın...
9. http://www.museumsinsel-berlin.de/home

Otelimize “Unter den Lindenstr” üstünden 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde olan bu adanın yolu üstünde bir de Alman Tarihi Müzesi bulunuyor. Alman Tarihi Müzesi’nin10 kapısında üç tane dev heykel var. Üçünün de ellerinde bilimsel çalışmaları simgelediğini düşündüren araçlar bulunuyordu.
 10. http://www.dhm.de/

Alman Tarihi Müzesi girişindeki üç heykelden biri 
Heykelden bir ayrıntı:  Geometri, tanrının bilimi.

Biraz bu “Unter den Lindenstr” den bahsedeyim: Brandenburg kapısından Alexanderplatz’ a kadar uzanan çok geniş bir bulvar. Bütün önemli müzeler, St. Maria kilisesi, Humbold Üniversitesi, Berlin Kulesi onun üstünde dizili. Şu anda birkaç Km. si boyunca yeni bir metro hattı için açık kazı var ama merak etmeyin
ayakkabılarınız kirlenmez. Bu caddeyi dikine kesen Frederichstr ise kuzey güney doğrultusunda.

Hemen yanındaki sütunlu bir bina dikkatimizi çekmişti. Demir parmaklıklı kapısı, ortası delik bir tavanı, deliğin altında kucağında ölmüş çocuğuna sarılmış bir anne heykeli var. Çok etkileyici bir görüntü. “Savaş ve Baskı Rejimi Kurbanlarını Anma Yeri” olarak Alman Federal Cumhuriyetinin Merkez Anıtı imiş.

Alman Federal Cumhuriyetinin Merkez Anıtı
Savaş ve Baskı Rejimi Kurbanlarını Anma Yeri

Yapının kitabesinin Türkçesi heykeli kadar etkileyiciydi. "Özür ve Pişmanlık"


Alman Tarih Müzesi bizi bekleyen Pergamon Müzesinin heyecanı ile hızla pas geçildi. Karşımıza çıkan koca Berlin Katedralinin11. birkaç fotoğrafını çekip doğru Pergamon’a yollandık.
11. http://www.berlinerdom.de/

Berlin Katedrali

Müze Adasında biletlerin satıldığı meydan üç önemli müzenin U biçiminde dizilişiyle oluşuyor: Solda Neues Müze, ortada Pergamon ve sağda Altes Müze. Antik Müze ile arada geniş bir aralık var ve sırt sırtayız.
Uzun bir bilet kuyruğu için birimiz, Pergamon için üçümüz beklemeye koyuluyoruz...

Nihayet tabelayı gördük.
Solda Neues 
 Beş Müzenin günlük bileti 18 e. Bununla istediğiniz müzeye girebiliyorsunuz. Biz bir günlük bilet aldık. Üç günlük bilet ise 24 e. Bir günden fazla kalacak olanlar mutlaka 3 günlük olanından almalı. Ertesi gün için bir müzeye 12 e ödeyince aklımız başımıza geldi. Biz sıra beklerken kimi ziyaretçilerin ellerinde bir kâğıtla gelip hiç beklemeden içeri alındıklarını gördük. Meğer internetten bilet ve randevu alınırsa sıra beklenmiyormuş. Böyle yapılması çok yerinde olur.12.
 12. http://www.smb.museum/home.html




Müze girişlerinde mutlaka dolaşım planı alınmalı. Her müzede o kadar çok salon var ki kimilerini hiç gezmeden geçebilirsiniz. Plan size eksiksiz bir gezi yapma olanağı sağlayabilir. Ayrıca kulaklıklar bedava veriliyor ama Pergamon hariç Türkçesi yok tabii…

Pergamon ile ilgili bir şeyler yazmayacağım. Birkaç fotoğraf bile görkemini anlatmaya yeter sanırım. Gerisi size kalmış. Üst katta İslam eserlerine ayrılmış galerilerde bolca İznik çinilerinin, Anadolu ve İran halılarının şaheser örnekleri var.

İştar Kapısı Babil 

Resim yazısı ekle

Milet Kapısı ve Mozaik döşeme (Didim, Türkiye)

Zeus Altarı (Bergama, Türkiye)

Kabartmalardan bir ayrıntı

Kral Benim! Gılgamış
Sohbete devam (Mezopotamya)


Rahle Konya'dan
İznik şaheserleri

















Neues Müzesinde ise özellikle Mısır’dan kaldırılmış eserler çok dikkat çekiciydi. Nefertiti’nin büstü için duvarları yeşil boyalı sekizgen ve kubbeli bir salon ayrılmış. Tabii fotoğraf çekmek kesinlikle yasak…13. İlginç papirüs koleksiyonlarının yanı sıra heykeller, lahitler, mumyalar, silahlar ve piramitlerin mezar odalarının duvarlarından sökülmüş resimler de bu müzenin nadide parçaları arasında yer alıyor. Hitler çok çalışmış anlayacağınız-:(((
13. http://sosyalciyiz.blogcu.com/nefertiti-bustunun-hikayesi/2868836





Öğle yemeği için güzel bir pastane – cafesi işimizi gördü.

II. Frederik atının üstünde Altes Müzesini bekliyor.
Altes Nationalgalerie Müzesi ise daha çok 19. Yy. sanat eserleri, resimler ve heykellere ayrılmış. Şimdi hatırlayabildiğim kadarıyla Sezan, Gauguin, Van Gogh, Degas, Miro ve daha birçok tanınmış sanatçının resimlerinin yanı sıra yüzlerce tablo heykel ile insanın başını döndürüyor. Tabloların içine mi çerçevelerindeki ustalığa mı hayran olmak gerektiği konusunda karasız kaldım.

Rembrand Bugatti adlı heykeltıraşın bronz heykellerinden oluşan yüzden fazla parçalık bir koleksiyonun sergilendiği bir dönemde orada olmak ayrı bir şansımızdı.

Çok görkemli kaidelerinin üstünde bembeyaz mermerden heykeller taş işçiliğinin, kalem sanatının doruğunu işaret ediyordu.

Bunlardan bir kaç örneğin fotoğrafını aşağıya ekliyorum.










Saat 16.00 ya gelirken takatimiz tükenmiş, başka bir müze gezecek halimiz kalmamıştı. Otele dönüp, şişmiş ayaklarımızı tedavi ettik.-:)))

Caharlottenstr’de yığınla güzel restoran var. Akşam yemeği için herhangi bir restoranda yer ayırtmadığımızdan beğendiğimiz yerlerde sıra beklemeyi göze alamadık. Tanınmış Arjantin restoran zinciri Maredo’nun şubelerinde her zaman yer bulunur. Bizim çoğu kebapçımızın servis standardının altında bir yer
olmasına rağmen bonfilesine bayıldım. O yorgunlukta iki kadeh sofra şarabı şerbet gibi geldi. Dört kişi için yaklaşık 80 e ödedik. 14.
14. http://www.maredo.de/nc/restaurants/standorte/detailansicht/berlin-3.html

Ertesi gün sıra Bode Müzesindeydi. Müze adasının uzak köşesinde yer alıyor ve onu diğer müzelerden bir tren hattı ayırıyor. İki kanalın birleştiği yerde üçgen biçiminde yapılmış saray gibi bir bina. Kısacası kendisi “müzelik” diyebilirim. 1897 de başlayan inşaat yedi yıl sürmüş. Eski adı II. Frederich Müzesi iken sonradan onu yapan mimarın adı olan Bode Müzesi olarak değiştirmişler. Gerçekten de Bode üstat bir şaheser yaratmış diyebilirim. İnanılmaz güzellikte bir saray. Yukarıda söylediğim gibi girişte dağıtılan planı mutlaka alın ve oradaki numaralandırma sırasına göre gezin. İç içe odalar ve salonlar arasında yönünüzü kaybedip bazılarını atlamanız ve bazılarını ikinci defa görmeniz işten bile değil. Hediyelik eşya ve kitap satılan bölümler bir cafeye açılıyor. Buralar biraz pahalı.

Bode Müzesi önünde iki kanal birleşiyor.


Ana kapıdan girince II.Frederich yine atının üstünde karşılıyor sizi. Zaten o bölgede her yerde II. Frederich’in izleri bulunuyor. “Adam yapmış”durumu yani…
Bode'nin girişi.

Bodenin ana teması Heykel Koleksiyonu ile Bizans eserleri. Akdeniz bölgesinde ne buldularsa taşımışlar. Roma İmparatorluğu, Doğu Roma, Erken Hristiyan mezarları ve tabii İstanbul’dan mermer ve mozaik parçalar var ki Türkiye’den giden biri olarak pek yabancılık çekmiyorsunuz. Bir yığın da dini temalı objeleri de unutmamak gerek tabii. Ayrıca bodrum katında kiliselerden toplanmış altın ve kıymetli taşlarla süslü hazineleri içeren bir bölüm var. Flaş kullanmamak kaydıyla fotoğraf çekilebiliyor. Aşağıda aşağıda bir rölyef var. Özellikle soldaki çok ilginç geldi. Tanrı elini uzatmış "Musa" diye bir kitap indiriyor. Veren kim alan kim ben anlayamadım. “Evinizi sağlamlıkla pekiştireceksiniz”mi diyor acaba?





İki sütun, üçgen bir çatı ve verilen kitap: Moses

Üst katta Herkül Efsanesinin konularına ilişkin nefis fildişi oymalara hayran olmaktan kendimi alamadım.

Herkül'ün av öyküsü betimlemesi

Bir salondan geçiş yaptığımda ilgisizlikten canı sıkılmış bir bekçinin beklediği Nümismatik Koleksiyonu’nun bulunduğu koridora bağlı bir sürü oda. Birkaç dakika bakınıp çıkarken tam karşımda tanıdık bir yüz gördüm. Osmanlı Padişahı II. Mehmet (Fatih) kocaman burnuyla bir madalyonun üstündeydi. Bu kadarını yeterli bulup kafeye seğirttim.

Bizim takımı, toplanmış Antika Müzesine gitmek üzere enerji toplarken buldum. “Arkadaşlar bana sorarsanız bu kadar müze yeter, antikayı falan boş verip ya kanal turu ya da şehir turu yapalım. Ne la bu? Biraz da Berlin görelim!” deyince hepsinin gözleri parladı. Benim şerrimden çekindikleri için sıkılmış görünmekten
kaçındıklarını anlamıştım zaten. Hoş aslında ben de sıkılmış, açıkta güzel ve güneşli bir havanın tadına varmak istemiştim.

Kanal turunu tercih ettik. Yukarıda sözünü ettiğim kanallarda onlarca açık tekne bir aşağı bir yukarı gidip geliyorlardı ve görüntü gerçekten çok çekiciydi. Bode’den çıkıp kanal boyunca yürüyerek uzun tur yapan şirketin iskelesine ulaşmak yaklaşık yarım saatimizi aldı. Bu arada çektiğim iki ilginç fotoğrafı aşağıda paylaşıyorum

Kanal boyundaki bir duvarın üstünde üç kız ve bir delikanlı çırılçıplak…



Üstü oval olarak kapatılmış bir sokağın başında iki sütün ve üstünde bir kadın ve bir erkek. İki sütun arasından geçmeden giremiyorsunuz…
Burası da sokağın kapısı: Yine iki sütun ve bizimkiler


Kişi başı 45 e verip tura başladık. Bunu da anlatmaya kalkarsam bu yazım tam roman olacak. Ormanlar, kilometrelerce kanallar, kuğular, kanolar ve bülbül sesleri altında güneşlenen insanlar. Onlarca köprünün altından teğet geçen teknenin güvertesinde ayağa kalkmak yasak...



Gıpta ettim desem de aklınızdan “Bırak bu işleri, biz buna haset diyoruz.” Diye geçirdiğinizden eminim. Turun sonuna doğru yalılar, saraylar restoranlar, oteller, bakanlık binaları, Cumhurbaşkanının Rezidansı ve son olarak Başbakanlık Binasını gördük. Doğrusunu isterseniz bana göre sonuncusu İstanbul Belediye Sarayı kadar ruhsuzdu.

Bu güzelliklerle dolu turda sosis bira ve dondurma da eksik kalmadı elbette. Tek olumsuz yanı yol boyu bir kelimesini bile anlamadığım Alamancası ve İngilizcesi ile tanıtım yapan rehber oldu. 2.5 saat süren bu yolculuğu Fredericstr’nin üst başında tekneyi terk ederek yarım saat kadar erken sonlandırdık. Çünkü otele çok yakındık ve aynı yolu geri yürümeyi göze alamazdık…

Yukarıda yazmıştım. O caddedeki dükkanların önünden eşinizle geçmek 15 dakikalık yolu iki saate sığdırmak demektir. Tabii biraz da pahalı bir yürüyüş oluyor. Eşimin kişisel eşyaları arasında bu kadar eksikler bulunduğunun farkında değilmişim meğer. Her neyse.

Sonunda elimizde torbalar Mohrenstr üstünden dönüp otelimize vasıl olduk. Racı kardeşim hicretinin 51. Yılı onuruna güzel bir İtalyan’da yer ayırtmış. Unutulmaz güzellikte bir akşam yemeği markasını bilmediğim 2008 bir Merlot ile süslendi. Yemeğin sonunda ben limonçello ile süslenmeyi sürdürürken garsonun eşlik ettiği arkadaşlar grappalarını yudumluyorlardı. Restoranın adı: Malatesta15. Ne kadar hesap geldiğini kibar bir konuk olarak soramadım ama iyi şarap ve kalkan balığı her yerde pahalı tabii… Giderseniz selamım geçer-:)))
15. http://www.ristorante-malatesta.de/

Eşimin bavul yapmasına bir kez daha hayran oldum. Zaten dolu gelmiş iki el çantasına onca yeni şeyi ustalıkla sığdırarak bir rekor daha kırdı. Sabah eksik kalan Berlin kulesi ile kırmızı tuğlalı Belediye Binası Rathouse’ı tavaf edip öğlen vakti arkadaşlarımızla vedalaşıp taksiyle Tigel’e doğru yola çıktık. İran’dan kaçmış olduğunu öğrendiğimiz taksici ile politika ve bağnazlık üzerine yaptığımız sohbet çok keyifli idi. Tabii 25 e ödedik.

TK 1726 tam zamanında kalktı. 14.00. Yeşilköy’ indiğimizde toprağı öpmedik elbette. Onun yerine Atü’yü yağmalayıp evimize doğru yola çıktık. Anılar ve daha da pekişmiş bir dostlukla dolu olarak eve vardığımızda saat 19.00 idi.

En kısa zamanda bu ve bunun gibi gezileri yinelemeyi kararlaştırdık.

SONUÇ 
Klavyeme egemen olamayıp 21. Sayfayı yazıyorum. Amacımız Berlin’i keşfetmek değil Bergama başta olmak üzere o bölgedeki müzeleri gezmekti. Bunu yapabildiğimizi düşünüyorum. Umarım bu yazımı okuyacak sabrı olan dostlar paylaşmaya çalıştığım deneyimlerimizden yararlanırlar.

İnternetin doğru kullanılırsa ufuklarımızı ne kadar genişlettiğinin bir kez daha şahidi oldum. Gerek yola çıkmadan önce gerekse bu yazıyı hazırlarken oradaki kaynaklardan çok yararlandım. Vikipedia, maps.google.com, olağanüstü, ama www.gezelimgorelimbilelim.com da yabana atılamayacak kadar değerli bir kaynak. Bu bakımdan yazımda ilgili yerlerin adreslerini dip notlar olarak vermeye çalıştım.

Müzelerde yer alan Osmanlı egemenliğindeki topraklardan toplanmış parçalar için üzülmek mi sevinmek mi gerektiği konusunda kararsız kalıyorsunuz. O kadar iyi korunuyor ve sergileniyorlar ki bu insanlık miraslarının gerçek yerlerinde ama bilgisizlerin elinde olmamasını daha doğru buluyorsunuz. Kim bilir o eserlerin bu topraklardan götürülmesine göz yumanlar geleceği görerek belki de böyle düşünmüşlerdir.

Osman Hamdi Bey’e de bir selam çakmadan edemeyeceğim. Onun ferman çıkararak kurtarıp topladığı ve kendi eliyle kurduğu İstanbul Arkeoloji Müzesindeki parçalar Pergamon’dan hiç de aşağı değil. İskender Lahdini geçtim bir Ağlayan Kadınlar Lahdinin bile benzerini göremedim. Stellerin hepsinin üstündeki yazılar dilimize çevrilmiş ve 2500 yıl önceki bir ölümün verdiği acının bu günküne ne kadar benzediğini görüyorsunuz.

İştar kapısını beğendiyseniz bir de Eski Şark Eserleri müzesine gidin. Hem Kadeş anlaşmasını hem dünyanın en eski aşk mektubunu da görürsünüz. İznik çinilerini beğendiyseniz Çinili köşke gidin. Hürrem Sultan’ın Cerrahpaşa İmareti kapısının üstüne yaptırdığı tabloya hayran kalın. Rüstempaşa Camisi, Ayasofya, Antalya, Adana Arkeoloji müzelerini de ihmal etmeyin. Hem girişler için saatlerce beklemek yok hem de sadece 30 TL. lik bir kartla hepsine ikişer kez girebilirsiniz.

İyi Gezintiler
Hayri Bingeli 3 Mayıs 2014

Wednesday, May 8, 2013


ŞİŞLİ BÜYÜKDERE CADDESİNİN KALDIRIMLARI...

Sayın Başkan

Cevahir AVM ile Garaj Sokak arasındaki kaldırımın yeniden düzenlenmesini rica ediyorum.

Lütfen saat 17 ile 21 arasında eşinizle birlikte Metrodan çıkıp Teknosa önünden herhangi bir otobüse binin.

Kaldırımdaki engeller saymakla bitmez. Metronun tam çıkışında çirkin bir kümbet engelini bir manevrayla aşınca 240cm genişliğindeki kaldırıma ulaşırsınız. Sağ tarafta binaların önündeki alanlar dikine yol kesicilerle dolu olduğundan daracık kaldırımda yürümeye mecbursunuz.

Ortaklar caddesine doğru engeller artar. Fındık satıcısın önünde kaldırımın eni 120 cm ye kadar düşer. İşinden çıkıp evine ulaşmaya çalışan yüzlerce insan o daracık kaldırımda ilerledikçe daha da sıkışır.
Sağ tarafta içeride sigara içilmesi yasak olduğundan dükkânlarından büyük çardakları olan 2 dev simitçi ve bir kafe sıkışıklığı arttırır, bunların önündeki piyangocu ve üç adet telefon trafo dolapları yer alır.

Aynı kaldırımın sol tarafında ise 20 metre içindeki 9 direğe ek olarak bir de kaldırıma dik konuşlandırılmış koca bir reklam panosu yer alır. Bütün bunları salimen atlatırsanız cadde kamerası direği ile trafik ışıkları direği arasına konuşlanmış bir seyyar simitçi olduğunu görürsünüz.

Şimdi Ortaklar caddesine dönerseniz yangın musluğu ile kafenin çardağı arasını geçince, sonrası fazla sorun olmaz.

Metrobüse gidecekseniz solda insan kalabalığı, direkler ve seyyar simitçi arasında ışığın yanmasını beklerken Ortaklara dönene arabalar üstünüze çamur sıçratır dikkat edin.

Yok otobüse binmek üzere Garaj sokağa doğru ilerlerseniz. tam karşınızda saçma bir yuvarlak ilan kümbeti ile Işığı aylardır yanmayan koca bir direğiniz yer alır. Burası da seyyar satıcıların cennetidir. Kestaneci dumanını tüttürür, yeni yer tutan bijutericiyi geçerseniz İstanbul kartında kontürü olmayan otobüs yolcularına 50 kuruş farkla akbil basan fındıkçı esnafından yardım alabilirsiniz.

Otobüs durakları ise iki küçük camekandan ibarettir. Yüzlerce insan YAĞMURDA; AÇIKTA, KARANLIKTA ve AYAKTA bekler durur. Teknosa, Halkbankası ve Finansbank'ın önü otopark olarak kullanılır. Sonrasında ise Mado ve bir başka simitçi kaldırım işgali için size vergi ödediklerinden büyük bir özgürlük içinde yayılmışlardır.

Karşı Meciyeköye geçmek isterseniz bunun için eski Likör Fabrikasının oraya kadar başka bir yaya geçidi olmadığından son şansınızı kullanmak üzere yaya geçidinin üstünde toplanmış insanlara karışırsınız. Kırmızı yanmadan karşıya ulaşmak için yol ilerlemediğinden geçit üstünde durmaktan çekinmeyen araçların arasında manevralar yapmak zorunda kalırsınız…

Sayın İlgili

Yazımı buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim. Sorunun çözümünün kolay olmadığını biliyorum. Bu yazımı üstlerinize okutmak nasıl mümkün olabilir?

Saygılar sunar kolaylıklar dilerim.
Bir İstanbullu
Hayri Bingeli
Sevgili Kardeşlerim

İlkokulda çok acayip bir öğretmenimiz vardı, bilirsiniz.

En baba dersi matematikti. Rakım - Nimet Çalapala'nın aritmetik soruları aklımı başımdan alırdı. O yaşına kadar trene binmemiş hatta belki de doğru dürüst bir havuz bile görmemiş bızdıklar olarak hiç teneffüs bile yapmadan durmadan matematik çalışırdık. Yıllar sonra Cem Yılmaz'ın güldürüleri sanki bizim sınıftan kaynaklanan birer öykü gibi gelmiştir bana.

Yazı diye bir dersimiz de başka bir alemdi. Tahtaya, tebeşire bulanmış bir ip yardımıyla birbirine eşit uzaklıkta üçer paralel çizgi çekilir "a, u" falan ortadaki iki satır arasına "k" üstten, "g" alttan iki satıra sığdırılmaya çalışılırdı. İçlerinde en görkemlisi ise "f" idi. Diğer bütün harflerin amiri gibi üç satırın arasına özenle kondurulurdu. Annemin dantel biçiminde muhafaza ördüğü garip şekilli mürekkep hokkasına batırdığım redis uçları ile yazmaya çalışır, eve masmavi boyanmış ellerimin yanı sıra leş gibi olmuş siyah önlükle dönerdim.

Resim dersi ise ayrı bir felaketti: saçma sapan kontrplak kapaklı, gözlere bölünmüş garip bir kutu içinde renkli toz boyalarım, yanında da bezir yağı şişem ve kesik uçlu fırçalarım vardı. Zeki'nin, Peri'nin resim yaptığı sınıfta benim yaptığım bulamaçlar moralimi bozardı. Yapıtlarımın birinin bile koridordaki tahtaya asıldığını hatırlamıyorum.

İlk sınıflarda "Sınıf Bilgisi" diye saman kağıdına basılı haftalık bir dergimiz vardı ki satın almak zorunluydu. Her hafta içinden püsküren "Melahat Uğurkan" şiirini ezberlemek farzdı. Taş kafam o şiirleri asla almaz, zavallı annem saatlerce uğraşır, satır satır yineletirdi. "Yanar söner deniz feneri..." Deniz feneri de neydi ki? Bu defa da bir kaynak kitap bulunur ansiklopedi mi, lugat mı her neyse araştırılır anlamların içerikleri doldurulurdu. Yüce "God" Google o zamanlar arz-ı endam etmemişti.

Aranızda "mişli geçmişin hikâyesi" fiil çekimini bir çırpıda yapacak olan varsa parmak kaldırsın!
Bileşik kelime sözlü olarak yapılan "Beşi bitirme" sınavımın sorularından biriydi. "Ankara" diye yanıt verdiğimde Mebrure Hanım aptal aptal suratıma bakmıştı. "Ne var öğretmenim AN ve KARA sözcükleri bileşik kelime değil mi?" diye sormuştum. Ukalalığımın mayası o yıllarda çalınmış demek ki...

Doğal olarak "Türkçe" derslerin anasıydı Naciye Öğretmen için. Ama derslerin en önemlisi olan "Tahrir" kelimesini yaşamım boyunca bir daha duymadım desem yalan olmaz. Eğitim sistemimiz daha sonra Türkçeleştirildi ve orta öğretimde tahrire "kompozisyon" demeye başladık. Derdimi yazılı anlatmanın önemini öğretmenimiz sayesinde kavradım. Yazar olamadım, okullarda da işime yaramadı ama çoook mektup yazdım. Gerisini, nedenini sormayın öyle gerekti diyelim...

Fen diye bir dersimiz vardı;
Bir kaç deney aletini nasıl edindiğini bir Allah bir de kendisi bildiğinden olacak; derse son sınıfta Müdür Mustafa Bey girerdi. Gravzant halkası ile bileşik kaplardaki renkli sular çok dikkatimi çekmiş olmalı ki ısınınca deliğine girmeyen o sarkaç biçimli top hala gözümün önünde...

Müzik konusundaki üstün eğitim yeteneğine hala şaşarım öğretmenimin. Üstün yetenekli çocuklarını arasıra onurlandırır onlara fırsatlar verirdi. Nilüfer kardeşimiz "Boğaziçi şen gönüller otağı"nı 26 HaluK "Cam kesti" diye bir saçmalığı ara sıra söylemek zorunda kalırdı. Ama en heyecan verici olanı Ziya'nın viyolonsel resitali idi. Öyle ya o Ahmet Rasim'in torunu, Osman Nihat Akın'ın yeğeni idi. Yıllar sonra kendisinin Dişhekimi tabelasını görünce çok şaşırmıştım. Onun mutlaka müzik eğitimi alacağına şartlanmışım demek ki çocukluğumda.

Şu işe bakın ki o eksiği de Fulya'cığım gidermiş. Aramızdan bir müzisyen çıkmasaydı bayağı eksik kalırdık.

Eksik deyince Asuman Kardeşime bir borcum var: Yazımda Erdal, Sait ne Nilüfer'in adı geçiyor ve ben Asuman'ı eklemeyi unutmuşum. Ben olsam alınırdım. Kusura bakmasın, Cumartesi selamını aktardım Salı günü adını yazmadım. Yalnız bu işler selam göndermekle olmuyor. Bir daha ki sefere mutlaka o da gelmeli. Hatta bize ayırabileceği zamanı bildirirse biz ona uyarız. Koparmasın zincirimizi.

Bana kalırsa Naciye öğretmen de, Müdür bey de, adı geçen - geçmeyen tüm öğretmenlerimiz de müthiş insanlardı. Kendilerini minnet duygularımla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Hepinize sevgiler.
Görüşmek dileği ile...
HYR